İçinde doğduğumuz dünyayı serbestçe dolaşamıyoruz.
Mantık açısından çelişkili bir durum, vize uygulaması ile yasal zemin bulan garip bir dünya. Üstelik tarafların kendi baktıkları açıdan haklılıklarının sabit olduğu paradoksal bir durum.
Konumuz Türkiye-Avrupa Birliği serbest dolaşım hakkı.
Türkiye’de en çok bilinen kasaba ismi Schengen’dir. Çoğumuz bunun bir kasaba ismi olduğunun farkında bile değiliz. Zaten pek bir önemi de yok.
AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) üyesi beş ülke 1985 yılında, Lüksemburg, Almanya ve Fransa sınırında bir kasaba olan Schengen’de bir araya geldiler. Birlik ülkelerinin sınır kapılarında polis ve gümrük kontrollerini tamamen kaldırmak amacıyla bir anlaşma yaptılar. Bugün yirmi dokuz ülkenin taraf olduğu Schengen Anlaşması Avrupa’nın sınır güvenliği açısından içeride serbest, dışarıda da birlikte hareket etmelerini sağladı.
İşte bizim de adını sıkça telaffuz ettiğimiz ve muhatap olduğumuz Schengen Anlaşması budur.
Türk pasaportu 1980 öncesi Avrupa sınırlarından içeri kolayca girebiliyordu. Daha sonra ülkemizde gelişen istikrarsız ortam sebebiyle vize uygulaması başlamıştır. Türkiye’nin 1999 yılında aday ülke statüsüne geçmesiyle başlayan bu yolculuğun en önemli gündem maddelerinden biri, karşılıklı olarak serbest dolaşım hakkı olmuştur.
Aday ülke olarak, çeyrek asırdır devam eden müzakerelerde bizim açımızdan hiçbir gelişme sağlanamamıştır. Üstelik bugün vize uygulamalarındaki güçlükler açısından sürecin en kötü dönemini yaşamaktayız.
AB, Türk vatandaşlarına neden serbest dolaşım hakkı vermiyor?
Temelde üç ana başlıkta toplayabiliriz. Ekonomik olarak yük olunabileceği, kamu düzeninin bozulabileceği ve kamu sağlığı açısından risk oluşabileceği öne sürülmektedir. Bunlara ilave olarak son yıllarda sayısı çok artan düzenli/düzensiz göçmenlerin fazlalığı da Avrupa için risk olarak görülmektedir.
Bunların dışında, nüfus yoğunluğu, inanış ve kültür farklılıkları gibi açıkça telaffuz edilmeyen başkaca sebeplerin de olduğu bir gerçektir.
Siyasal olarak her ülke kendi sınırlarını ve iç huzurunu korumakla yükümlüdür. Mantık olarak da “Bizi ülkenize almak zorundasınız.” diyemeyiz.
Geldiğimiz noktada aslında yaradılışta var olmayan ama sonradan çizilen sınırlar yüzünden ‘serbest dolaşamama’ problemi ile baş etmek zorundayız.
Bu olayın bir de insani tarafı vardır ki o kısım biraz yürekleri acıtmaktadır. Bugün, öğrenciler, iş adamları, sanatçılar, yazarlar, spor ve festival dahil birçok etkinliğe katılmak isteyen Türk vatandaşları Avrupa vizesi alamazken; bir Alman ya da bir Hollandalı avcı, rahatlıkla gelip bizim topraklarımızda ‘av sporu’ yapabilmektedir.
Tarihte örneği görülmemiş şekilde, altmış yıldan fazla süren bu müzakereler ne zaman sonuçlanacak bilinmez.
Bu da gösteriyor ki, ülke olarak ‘vize’ değil de ‘revize’ için enerji harcamamız gerektiği açıktır. Hem de her konuda.
Yazan: Hüseyin UYAR