Bir sabah, aynaya bakarken gözlerimin altındaki çizgilere takıldım. Zamanla aramızda kırgınlıklar oluşmuş gibi… Aynı çizgiler yıllardır bana sabrı, mücadeleyi, kayıpları ve yeniden ayağa kalkmayı anlatıyor ama ben ne yapıyorum?
Yüzümü buruşturup, “Eskimişim,” diyorum. Oysa o çizgiler benim hikâyem. Kendime haksızlık ettiğimin küçük bir kanıtı sadece.
Hiç düşündün mü?
Bir başkasının hatasını, yorgunluğunu, durgunluğunu ne kolay affediyoruz. Ama sıra kendimize geldiğinde bir mahkeme kuruyoruz içimizde. Sanık da biziz, hâkim de. “Neden daha fazla çalışmadın, neden daha çok çabalamadın, neden mutlu olamadın?” diye sorup duruyoruz. Sanki her şeyin sorumlusu sadece bizmişiz gibi.
Oysa bazen yorulmak, bazen pes etmek, bazen sadece nefes almak istemek… Hepsi insan olmanın doğal halleri. Ama biz, “güçlü olmalısın” yükünü omzumuza öyle bir yüklemişiz ki, düşmeyi bile zayıflık sayıyoruz. Hâlbuki bazen en büyük güç, kendine şefkat gösterebilmekte saklı.
Kendimize haksızlık ediyoruz…
Kendimizi sürekli başkalarıyla kıyaslayarak,
Kendi başarılarımızı küçümseyerek,
Hislerimizi bastırarak,
İyileşmek yerine susmayı seçerek…
Bir düşün; bir arkadaşın sana gelip “Bugün hiçbir şey yapamadım, kendimi kötü hissediyorum” dese, sarılıp “Her gün aynı olmak zorunda değilsin, bu da geçer” demez misin? Peki, aynı cümleyi kendin için neden kuramıyorsun?
Bugün kendine bir iyilik yap.
Kendine kızmak yerine, anla.
Eksik bulmak yerine, takdir et.
Yorulduysan, dur.
Durduysan, suçlama.
Bir kahve al, aynaya gülümse ve de ki: “Bugün biraz geç kaldım belki ama yine de geldim. Kendimden özür diliyorum.”
Çünkü en çok senin affına ihtiyacın var.Ve bazen en çok kendine iyi davranmayı öğrenmen gerek.