Düşünüyorum da…
Bir yerde yangın çıksa, kurtarılacaklar bellidir: Önce çocuklar, yaşlılar… Sonra da kim denk gelirse.
Peki, gazetecileri kim kurtarır? En sona kalsak bile, kimsenin aklına bile gelmeyiz. Hatta ölsek bile, “Oh olsun!” diyecek çok kişi çıkar.
Eskiden öyle miydi?
Gazeteci dediğin saygı görürdü. “Dördüncü kuvvet” derlerdi; halkın gözü, kulağı, sesi olduğumuz saygınlığımız vardı.
Geçmişteki önemli olaylarda, gazeteciler toplumun bilgilendirilmesinde kritik bir rol oynamışlardı.
Şimdi öyle mi?
Ne güven, ne inanç var. Herkes bir şeyin yandaşı olmuş gibi. Tarafsız haber desen, hayal. Habercilik bile reyting uğruna yapılır hale geldi. Biri düşse, biri hata yapsa, en önce gazeteciler atlıyor üzerine. Sonra da linç başlıyor.
Gerçekten mesleğini hakkıyla yapan gazeteciler de var. Gece gündüz çalışan, kalemini satmayan, olayın peşine düşen, depremde, savaşta, her felakette ilk koşan yine onlar.
Mikrofonu elinde, gözleri uykusuz, ama görev peşind. Bu fedakarlıklarını görmezden gelmek, birkaç yüz karasından dolayı hepsini aynı kefeye koymak, “Yandaş”, “tetikçi”, “provokatör” gibi sınıflandırmalar yapmak ne kadar doğru?
Sahip çıkanı arayıp soranı olmayan gazeteciler, bu toplumun üvey evladı gibi muamele görmeyi hak ediyorlar mı? Yangında en son kurtarılan olsalar da, yangını ilk duyuran yine gazeteciler değil mi?
Siz haberdar olun diye, yürekleri, gururları, gözlükleri ya da kalemleri kırılan, dövülen, sövülen, vurulan, tutuklanan gazetecilerin hâlâ sıcak yürekleri var. Onların yaşadığı zorlukları, fedakarlıkları görmezden gelmek, toplum olarak bize yakışmaz. Gazetecilerin farkına varsak fena mı olur?
Gazetecilik, gerçeği aramak ve onu dünyaya duyurmak uğruna verilen bir savaştır. Bir gazeteci, kelimelerin gücüyle toplumları uyandırır, suskunların sesini yükseltir. Bu bağlamda, bağımsız gazeteciliği desteklemenin yollarını aramak, toplum olarak bizim sorumluluğumuzdur.
Ülkemizde hem gazeteci hem de şair olarak önemli izler bırakmış yüzlerce efsane şahsiyet var. Onların yazıları, hem edebiyat dünyasında hem de toplumsal hayatımızda derin etkiler bırakmış; halkı bilgilendirmeyi ve sanatla toplumsal olayları anlatmayı birleştiren büyük bir işlev görmüştür.
Bu isimler, gazeteciliğin yalnızca haber aktarmakla kalmayıp, aynı zamanda toplumu sanatla, düşünceyle yönlendiren bir güce sahip olduğunu da göstermiştir.
Bu vesileyle, onları anmak gerçekten önemli bir hatırlatmadır. Hem şair hem gazeteci olan bu örnek şahsiyetlerin toplumun vicdanı ve kalemi olduğunu unutmamak gerekir.
Hepsinin önünde saygıyla eğiliyorum.
Ne demişti Gazi Mustafa Kemal Atatürk? “Basın, milletin müşterek sesidir.”