Bir şairi/sanatçıyı tanımadan onun şiirini-eserini tam anlamak, haritaya bakmadan dünya turuna çıkmaya benzer.
Gidersin ama nereye vardığını pek bilmezsin. Şairin kalbi, çocukluk hataları, gizli üzüntüleri, sabah kahvesini nasıl içtiği…
Hepsi şiirinde gizlidir. Yani şairi tanımak, şiirin gizli kapılarını açan anahtardır. Yoksa o büyülü dizeler, sana sadece güzel kelimeler gibi görünür, oysa onların altında koca bir hayat yatar.
Bugün sizlere, benim de çok sevdiğim bir isimden bahsedeceğim:
Sadece bir ressamdan, bir şairden değil; Adeta Anadolu’dan esen mavi gözlü bir rüzgârdan: Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan!
Öyle bir adam düşünün ki, hem boncuk gibi şiirler yazsın, hem duvarlara desen desen Anadolu serpsin, hem de kahvede öyle bir kahkaha atsın ki, fincandaki telve bile hoplasın!
Kısacası: Sanatın yürüyen, gülen, aşk dolu hali!1911’de, Giresun’un Görele ilçesinde doğdu Bedri Rahmi.
Daha bebekken eline boya versek, beşiğin kenarına motif çizecekmiş o derece.
Liseyi Trabzon’da bitirdi, İstanbul’a geldi; oradan da yetmedi, “bir Fransa göreyim” deyip Paris’e uçtu. Paris güzel, sanat havalıydı ama… Bedri’nin yüreği hâlâ fındık kokuyordu, Karadeniz dalgası gibi köpürüyordu!
Sonra kalemiyle fırçasını evlendirdi, hem yazdı hem boyadı.
Ortaya çıkan eserler?
Şiir desen var, resim desen var, aşk desen taşar…
Bir tek mutfakta menemen yaptı mı o bilinmiyor!
Ve geldik Çatal Kara’ya…
Ah, o Çatal Kara yok mu!
Bedri Rahmi’nin hem kalbini çatallayan, hem dizelerine ilham olan bir hikâye…
Rivayete göre, bir çingene kızına gönlünü kaptırmış.
Kızın adını bilmiyoruz, ama Bedri ona “Çatal Karam” diye seslenmiş.
Belki de kalbi hem aşk hem özlem diye ikiye çatallandığı için…
İşte meşhur dizeleri:
Sigara paketlerine resmini çizdiğim,
Körpe fidanlara adını yazdığım,
Karam, karam,
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam…
Eh, zamanında kim sigara paketlerine kalp çizmedi ki?
Gençlik işte…
Bir bakmışsın sigaradan çok aşk tüttürüyor insan!
Bedri Rahmi, hayatı boyunca Anadolu’yu anlattı: Meydanlarda, duvarlarda, atölyelerde…
Bazen pullu bir balık gibi parlayan, bazen soba sıcaklığı gibi iç ısıtan eserlerle.
1975’te bu dünyaya veda etti.
Ama arkasında kelimelerden, renklerden, sevdalardan örülmüş kocaman bir Anadolu bıraktı.
Ve hâlâ bir köy türküsü duysak, o mütevazı, içten sesi kulağımıza fısıldıyor: “Ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırım.”
ARZU SAMAT