Günaydın, ekran başındakiler! Bir kahve alıp kendinizi hazır hissedin, çünkü sabah programları diye yutturduğumuz o “hafif sohbetler” aslında neye hizmet ediyor, biraz konuşalım.
Sabah programlarında cinayet haberlerini, tecavüz vakalarını sanki günlük hava durumu gibi dinliyoruz artık. “Bugün şöyle biri öldürülmüş, şöyle bir kadın şiddet görmüş” haberleri sıradanlaşıyor. Hatta çoğu kez öylesine anlatılıyor ki, sanki olayın faili ve mağduru birer “uzaylı” ya da “farklı bir gezegenden gelenler.” Yani, gözünüzün önünde yaşanan dramlar adeta bir reyting aracı haline geliyor, vicdanlar yavaş yavaş uyuşuyor.
Bunun sebebi ne? İzleyiciyi “çarpıcı haberlerle” ekrana çekmek. Ama maalesef bedeli çok ağır. Bu durum cinayet ve tecavüzü normalleştiriyor, toplumu duyarsızlaştırıyor. Kadınlar, çocuklar, herkes için büyük bir tehlike bu! Eğer sürekli bu tür haberler sıradan, “olağan” hale gelirse, şiddetin, adaletsizliğin, hatta kötülüğün de “normal” olduğunu düşünürüz. Halbuki olmamalı!
Üstelik program sunucularının çoğu, bu ağır konuları hafife alır gibi, şaka yapar gibi veya magazinsel bir dille geçiştiriyor. İnsanların acısı, toplumun travması değil gündem maddesi sadece. Bu ne vicdana ne insana sığar.
Şimdi soruyorum: Bu ekranlardan çıkan “normalleşmiş şiddet” söylemi, evlerimize, sokaklarımıza nasıl yansıyacak? Kadınlar, çocuklar kendilerini nasıl güvende hissedecek? Bu nasıl bir medyadır ki, yaşanan büyük trajedileri haberdar etmek yerine sıradanlaştırır?
Unutmayalım, televizyon ekranı bir büyüteçtir; neyi büyütürsek o daha görünür olur. Sabah programları şiddeti sıradanlaştırmak yerine, toplumu şiddete karşı duyarlı hale getirmeli.
Eğer bugün bu konuda sessiz kalırsak, yarın aynı ekranlarda yeni “normal” haberler olarak neleri izleyeceğimiz hiç bilinmez.
Peki, ne yapmalı?
Kadın programlarında sadece “şiddet mağduru” veya “kavgacı” hikayelere odaklanmak yerine, başarı öyküleri, girişimcilik, eğitim, psikolojik destek ve pozitif ilişki örneklerine yer verilmeli.
Kadın ve erkek arasındaki iletişimi güçlendiren, ortak çözümler arayan programlar yapılmalı. “Biz” diyebilen, empatiyi artıran içerikler yaygınlaşmalı.
Toplumu bilinçlendiren, cinsiyet rollerine yenilikçi ve yapıcı bakış açısı getiren, sevgi ve saygıyı öne çıkaran programlara destek verilmeli.
Unutmayalım ki; gerçek güç, birbirini yıkmak değil, birbirini anlamak ve desteklemekle olur. Ekranlarda kadınları sadece kavga eden, mağdur gösterilen değil; cesur, bilge, sevgi dolu, üretken bireyler olarak görmek hepimizin hakkı.
Öyleyse; ekranlarımızda daha fazla umut, daha fazla sevgi ve daha fazla akıl görmek istiyorsak, önce biz değişmeli, sonra talep etmeliyiz. Kadın programları da bu dönüşümün bir parçası olmalı, yoksa bu saatten sonra “kadın hakları” diyerek sadece kavga izlemekten öteye gidemeyiz.
ARZU SAMAT